Merhaba sevgili Hâne dostu,
Durgun gibi görünen ama su gibi akan hayata güvenmek. Bugün de sudan dem vuruyor içimdeki hancı. Sorup duruyor ara vermeden:
Hani akacak bi su var da, sen dal mısın yaprak mı, balık mı taş mı, yoksa dereyi tutan yatak mı?
Zeminin neresi?
Nerden koptun ya da neye doğrusun?
Tutundun mu? Akan sudan korktun mu?
Bu soruları sıralayan bana bakınca elbette bir düşünme hâli başlıyor ve yazarken kulak veriyorum, tam şu an.
Evet sahi bazen korkuyorum. Yaprak gibi salınsam akan suda, iyi gelcek belki ama ben yaprak bedeninde insan kafasıylayım vesselam. Dal olsam sorgulamam nereye varacağımı ama napayım belliki hâla insan rüyasındayım, hem de usanmadan.
Sahi bakıyorum da suyun içinde kendi aleminde canlı olanlara, sadece balıklar ve sudaşları var; suyun üstünde akanlar hep bir yerden kopanlar. Vakti gelip sonlananlar. Suyun kendisi de geçtiği yerde aynı kalmıyor tabii. E o zaman, hem canlı olup hem akan bir şey ne varmı ki acaba? Belki de akan şey, her an yeniden doğandır. Var mı arttıran? :)
Bilinmezle başlayan..beliren ve sonlanan.
Tam olarak yaşam!
Bedenimizde dolaşan kan ve sıvılar, gökten düşen kar ile yeniden yağmura dolanlar, topraktan taşan gölümsü oluklar, denizler, kumlar, yontulan kayalar, kovuklaşan ağaçlar, göç eden kuşlar ve her sabah yeniden başlayan karşılaşmalar...
Peki ya insan?
Tam akacak, beliren her yeni an ile varolacak derken bir tutunma geliyor uzaktan...öyle bir uzak ki, ya beride kalmış ya ufukta...geri alsan alınmaz, ileri sarsan sarılmaz ama işte adı var ki, zaman!
Tam bu esnada bilsek ki esaslı bir zemin ihtiyacımız olan; Neyden koptuğunun ya da nerede olduğunun farkına varacak insan. Belki de neye tutunduğunu görmek ile başlayan yolculuk nihayetinde berrak bir açıklığı bile sunacak.
Vakti gelip de nehirde özgürce akmanın lezzeti davet edince, neyden soyunduğumuzu gayet net bilivericez ama işte o ne zaman:) Bıraktığımız şey kişiler değil, artık bir amacı kalmamış iletişim ve ilişki modelleri olacak falan filan.
Ne olur ki nehirde, nehirle aksak? Ya da hakkıyla kenara çıkıp biraz durulsak? Hatta bakışsak?
Kâinatla uyum içinde titreşirsin. Genişlerin.
Sevmen genişler, algın genişler, çevrendekiler de seninle birlikte genişler. Akarsın. Kıyıda bir taşa takılı dal gibi kafanı bir oraya bir buraya çarpmazsın. Akarsın…
(Ha genişlemek diyince de fezayı mı aşıcaz, nehire bir yatak elbet şart)
O zaman şimdi, sadece bir an, ezberlediğimiz, öngördüğümüz ihtimalleri bırakmaya niyet etmeyi denesek mi? Hani tango yapar gibi: tek ayak boşta ve dikkat partnerden gelecek yeni adımda olsa... İlk iki adım aynı geldi diye üçüncüye önden hazırlanılmaz ya, işte öyle bir uyanık dikkat ile tekrar baksak...
Bu soru ve davet karşısında içeride, bedende uyanan duyumları gözlemlesek, iki nefeslik küçük bir ara...
Belki de nefesi verdiğini zannederken az birazını kendine saklıyorsundur, onu da bi sal...
Açlıkla yeni gelen nefese bak...ferah, canlı ve berrak...
Durmak iyi geldi, ve dinledim bedenimi, çağrışımlar belirdi ve şu sözler çınladı kulağımda:
"Ölmeden önce ölmeyi öğrenmek"
Eskilerden günümüze ulaşan iki kelam bize ne de çok şey fısıldıyor di mi aradan.
Hem bu âlemin geçiciliği hem de bu yaşam içinde kanlı canlı bedenli iken de vazgeçmeyi öğrenebileceğimizi hatırlatıyor.
O yüzden ne kıymetli, sonlanmalar: "Çok sevdim benimle kalsın,” diyen sesi her duyduğumuzda tutunan yanımıza bi baksak (bakmayı hatırlasak). Cesareti hatırlasak, şefkatimiz de ardından yanaşsa ve yeniyi kucaklayacak yeri kalbin içinde ufak ufak açmaya hazırlansak:)
Açamıyorsak, açamayışımızla kalsak biraz. Daveti duyup, nehire adım atamayan halimize bir çocuk gibi zaman tanısak. Tavrımızı yontsak kendimize desek ki "Ermedim, insanım, zamana ihityacım var…Şimdi ki korkum kabımın alamayacağı kadar".
E o zaman, sevme kabımızı doldurup kendimizi gözetmeye dalsak iyi olur biraz.
Ah sonlandıramadıklarım, ah süregelen zamansız ihtiyaçlarım, ah kalbimin çağrısı, ah beni insan bedeninde can ile buluşturup sıfat ile sıkıştıran ömrüm, algılayışlarım…
Hakikatim ile yaşamama daha ne kadar var?
Eylemlerimi, her gün yaptığım seçimleri bir ufak arşınlasam ve bir adım geride kalıp yapsam ya da yapmasam..sadece bir an..
Her nefes alışın bir hacmi ve verişin de sonu olduğu gibi.. sonlananı fark edip, başlayana şahit olsam..
İşte şimdi hepimiz için bu akan yazı ile beliren dua:
Vakti gelip de belirdiği ilk hali bırakan her şey gibi, mevsimler, durumlar, meyveler ve bir çokları işte, o bildiğimiz doğadan bize her an konuşan,
İşte onlar gibi kendi doğamızla ve içinde bulunduğumuz doğa ile uyumlu olsun artık yaşam..
Tohum olarak kalamayacağımız gibi , toprağın altından çıkacaksam bir an, yeni alem ile tanışmanın yeni hâl ile buluşmanın heyecanı içimde kabarsın o zaman!
Kabaran coşku, nabız gibi varlığımda zonklasın!
Filiz olmaya alışırsam, rüzgar ustalar gıdıklasın da kıkırdayarak dönüşsün gövdem meyvesi olacağım ağacın fidanına…
Rayihamı bulana kadar beni bizi alışmaktan korusun yaşam.
Dönüşmekte ustalaşalım, yıldızlara ulaşsın duman...
Ama çilek tohumundan armut çıkmaz. Bu kabulü de merakımın içine koysun, koysun ki, etrafımda olanlarla değil, benimle görünür olan o tek kaynağa ,hepimizi ayrı ayrı donatan bütünlüğe hayran olayım.
Hayranlığı aşk ile, varlığımı paylaşarak çoğalayım.
Bulunduğum tarlada ne oluyorsa hepimize oluyor vesselam…
Hepimiz aynı niyette bir an titreşsek köklerimiz sallanır gibi hissediyorum ve fikriyle titriyorum şu an.
Dilerim hepimiz hakikatimizle yaşayalım kalbi ışıl canlar.
Zarafet ile örelim mandalamızı, böyle böyle incelikle, özenle dokunsun bize düşen yaşam!
Sevgiyle
Baki selam
Comments